Son yıllarda ghost-modern ve kapitalist dünyanın çalışma koşulları, "bayram" tanımını-anlamını (geleneğini ya da kültürünü demek isterdim) "tatil" olarak değiştirmişti zaten. Ancak bu bayram, bir yılı aşkın süredir dünyaya musallat bir virüsün korkusundan evlerimize kendimizi hapsettik ve kimseyi ziyaret etmeden, ziyaret kabul etmeden, burnumuzu dışarı çıkarmadan, kimseye sarılmadan-sarılmayı bırak iki metreden daha fazla yaklaşmadan bir bayram geçireceğiz bakalım.
-Deniz'in 4 yaşındayken annesine dönüp "anne biz insan mıydık?" diye sorduğu soruyu hatırlıyorum. Şimdi ben aynı soruyu Harari'ye soruyorum:
"Yuval, biz insan mıydık??"
Bayram kutlama, kutsama demektir ya, zaten bir süredir garibim bayram öyle kutlamalarla, kutsamalarla kutlanmıyordu. Öncesi ya da sonrası iş günleriyle birleştirilip on günlük bir tatile dönüştürülüp büyükşehirden apar-topar kaçılıyordu. Yeni moda kavimler göçü en geç arefe günü başlayıp, tatilin bitiminden bir gün önce tersine göçle birlikte bir hava değişikliği olarak kaydediliyordu o kadar. Bugünün şehirlileri için bayramın anlamı, sahilde denize karşı çekilen ayak pozlarının sosyal medyada çarşaf çarşaf sergilenmesi, ofislere dönüldüğünde yapılan tatilin kanıtı olması için tenin güneşte kavrulması, mesajlaşma uygulamalarından topluca atılan kutlama mesajları dışında pek bir şey değildi aslında.
Babalarımız, dedelerimiz toprağa sırtlarını dönüp beton tarlalara göçüp fabrikalarda işçi, apartmanlarda kapıcı, pazarda satıcı, belediyelerde "sözleşmeli", adliyede memur oldular... İkinci nesil zar-zor (sadece diploma için) okuyup bankada "portföy", maliyede müfettiş, "özel sektörde bir şirkette" yönetici olduk...Değişen yegâne şey babalarımızdan devraldığımız kirlenmiş mavi yakayı çamaşır suyuna yatırıp rengini soldurduğumuz ve beyaza çevirdiğimiz yaka renkleri oldu.
Şimdi bu soluk yakalı, plaza dilli, grande latte'li hayatlarımızla "güneye kaçıp yerleşme, doğaya dönme, mümkün oldurulmaya çalışılan -bir başka- hayatın hülyasını görmekle meşgulüz. Aylık güvensiz ama düzenli gelirimiz ancak aylık kredi kartı borcumuzu ödemeye, iki yıl önce yenilediğimiz arabanın kredi taksidini denklemeye, bir de varsa eğer- çocuğun okul taksidine yetiyor o kadar...
Üstüne üstlük bir de şimdi maskelerinizi takıp evlerinize tıkılıp ışıklı ekranlara kilitlendik ki artık bundan daha beteri nasıl bir bayram yaşamaktır bilmiyorum.
Hani "yeni normal" falan diye pandemi sonrası şirketlerin işletme maliyetlerinden yırtmalarını sağlayacak yeni dünya düzeninde "uzaktan uzaktan" çalışarak yuvalarımızı da birer "iş"yerine çevireceğimiz günleri yaşıyoruz bile...
Dünyayı yöneten kifayetsiz muhterislerin öncelikle kişisel çıkarlarının peşinde aldıkları politika kararlarıyla -ya bu kararları alanların karar almalarına aracılık ederek ya da sessiz kalarak- elbirliğiyle dünyamızın (hayatımızın) içine etmeye devam ediyoruz.
Bu sonuçların hepsinin nedeni hepimiziz.Bugüne kadar verdiğimiz kararların ve yaptığımızın tercihlerin sonucu bu işte...Kelebek etkisinin yarattığı panaroma ortada.
Sonuçtan memnunsanız ne alâ... Ama değilseniz birşeyler yapmak, değişmek ve değiştirmek için ne bekliyorsunuz?
Rahmetli Doğan Hoca'nın bir kitabına selam çakarak sahneden çekileyim:
"İyi" düşün, "doğru" karar ver.... (burada tırnak içine alınmış sözcüklerin anlamlarını istediğiniz gibi eğip bükebilirsiniz, limanı değişse de sonucu her haliyle hayırlı)
Yahu bayram kutlayacaktık değil mi?!
Peki o zaman benimki sadeli olsun;)
Comments